28 Şubat 2011 Pazartesi

KARA AFRİKA









Kara Afrika yazgında kara.
Neden karaları hep sen bağladın.
Yokmu aydınlığa çıkaracak düşlerin.
İşte şimdi bu yüzden oturdum ağlıyorum.
Aydınlıkla karanlığın savaşı gibi
Neden acı çekersin oturup.
Neden seyreylersin kara yazgını.
Çocuklar üzgün sende umutsuz.
Kara Afrika kara Afrika.
Ruhun beyaz fakat yazgın kara
Neden çocukların açlıktan ölür.
Senin yüreğin benim yüreğim
Senin umudun benim umudum
Gözyaşların benim gözyaşım.
Kara tenli bebeklerin beyaz düşleri.
Açlıktan kömürleşmiş tenleri.
Neden hep sustun kan kustun.
Yok muydu seninde yiğitlerin.
Suskunluğu alnının ortasından vuracak.
Mayın tarları gibi infilak edecek.
Geceyi kızıla boyayacak esarete isyan.
Ah kara Afrika
Kara yazgına
Bir fidan tutturmak.
Yeniden doğasın diye.

ŞİİR AHMET ÇANTA

27 Şubat 2011 Pazar

YÜREK








Bir yürek çağrısı ona yürek denir
Kavgada haram yürek yürümeyene.
Bir günü kavgasın geçirene yazık.
Yazık ki düşünmeden boşa gecen güne.

ŞİİR AHMET ÇANTA

26 Şubat 2011 Cumartesi

Değmez.







Topraktan gelip toprağa döneceksek.
Bunda korkulacak ne var ki!
Gelişinde gidişinde gizemi nedir.
Baştan beli düşünmeye değer mi?

ŞİİR AHMET ÇANTA.

25 Şubat 2011 Cuma

Benim aforizmalarım.














Her köprü kaldıracağı ağırlıkta geçit verir.

Günü kurtarmak yarını kaybetmektir.

Bir şey için yola çıkanlar kaybetse de hiç bir şey yapmayanlardan daha kazançlı çıkarlar.

Vaktinde yola çıkmayan bir daha asla yakalayamayacağı çok şeyi kaybetmiş demektir.

Eğer bir gün gerçeği bulmak isterseniz vicdanınıza dokunun.

İnsanda fırtınalı denize benzer. Ne kadar çok eserse o kadar çabuk ulaşır engin sulara.

Okumak yazmak çoğalmaktır çoğaldıkça insan her söylenene inanmamaktır.

Bilgi fırtınalı denizleri aşmaktır bilgisizlik bir bardak suda boğulmaktır.

Hayat elde etiklerimiz ve edemediklerimiz arasında bir çelişkiden başka bir şey değildir.

ahmet çanta
ahmetcanta40@hotmail.com

hayatın özeti


İnsanın en güzel dostu, iki gözleridir;o gözler ki seni en acılı günlerinde teselli eder ve seninle birlikte olur.

İnsanın en güzel dostu, yine iki gözleridir; aradan geçen bir çok yıllara ragmen sana göstermiş oldukları tutkuların birer gerçek değil, visiondan ibaret olan uçucu yalan olduklarını gösterir.

İnsanın en kötü dostu, kulaklarıdır; o kulaklar ki en sevdiğin insandan inanılmaz vede onur kırıcı ve dahada beteri, öldürücü sözleri sana duyurup öldürmesidir.

İnsanın en kötü dostu, iki delikli burunudur; ömrün boyunca içinde yaşadığın bokların igrenç kokusunu sana alıştırıp, o pis kokulara karşı seni duyarsız kılması ve tiksinmemendir.


İnsanın en gizli hazinesi beynidir; bir türlü oraya ulaşıp o derinliklerindeki güzel bilgiye sahip olduğunuzda; gözünüzü açmış, kulaklarınızın başka şeyler duyduğunu ve gözlerinizin başka şeyler gördüğünü vede ölüme çok yakın bir anda öleceğinizi düşündüğünüzde yıllardır ölü olarak yaşadığınızın farkına vararak vede aptallaşacak ve neye ugradığınıza şaşırıp kalacaksınız... O birkaç saniyenin size en güzel ve ömrünüzün en uzun anını yaşatacak sonra ebedi sükuta kavuşacaksınız . Ve bir daha hiç uyanmamak şartıyla. Sizi mutlu kılacak olan şeyin kendinizde saklı olan kendi beyninizin derinliklerinde yatan bilgi hazinelerdir; Hiç vakit kayıp etmeden, gidin, arayın bulun,mutlu olun

ahmet çanta

1 Şubat 2011 Salı

Arap devrimci ruhundan niye korkalım ki? / Slavoj Zizek



Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalarda göze çarpmaması imkansız bir şey Müslüman köktenciliğin bariz bir şekilde yokluğuydu. Halk laik demokratik geleneğin en güzel örneklerinde görüldüğü gibi, yalnızca baskıcı bir rejime, onun yolsuzluklarına ve yoksulluğa karşı ayaklandı ve özgürlük ve ekonomik umut talep etti. Batılı liberallerin, Arap ülkelerinde gerçek demokratiklik anlayışının sadece dar bir liberal elit kesimle sınırlı olduğu ve büyük kitlelerin sadece dini köktencilik, ya da milliyetçilik saikleriyle harekete geçebileceği yolundaki negatif inancının yanlış olduğu kanıtlandı.

Büyük soru ise şu: Şimdi ne olacak? Bu işin içinden siyasi olarak kim kazançlı çıkacak?

Tunus’da yeni bir geçici hükümet atandığında, İslamcıları ve daha radikal solu dışladı. Bilgiç liberallerin tepkisi: “İyi, ikisi de aynı kapıya çıkar, iki totaliteryen aşırılık” şeklinde oldu. Ama işler bu kadar basit mi? Gerçek uzun dönemli çelişki tam da İslamcılar ile sol arasında değil mi? Rejime karşı bir an için birleşmiş olsalar bile zafere yaklaştıklarında bu birliktelik parçalanır, ve genellikle ortak düşmanlarına karşı verdikleri mücadeleden çok daha ölümcül bir kavgaya dönüşür.

İran’da son seçimlerden sonra tam da böyle bir mücadeleye tanık olmadık mı? Yüzbinlerce Musavi taraftarının talepleri, Humeyni devriminin devamlılığını sağlayan popüler rüyaydı: Özgürlük ve adalet. Bu düş, ütopik bile olsa, nefes kesici bir siyasi ve sosyal yaratıcılığın, örgütsel deneylerin ve öğrenciler ve sıradan halk arasında tartışmaların yolunu açmıştı. O zamana kadar duyulmamış sosyal dönüşümlere yol açan bu gerçek açılım, bu herşeyin mümkün göründüğü an, daha sonra İslami kurumların siyasi denetimi ele geçirmesiyle yavaş yavaş boğuldu.

Açıkça köktenci hareketler söz konusu olduğunda bile sosyal bileşenleri gözden kaçırmamak için dikkatli olmalıyız. Taliban devamlı olarak düzenini terörle koruyan İslami köktenci bir grup olarak sunulur. Ne var ki 2009 yılının baharında Pakistan’ın Swat Vadisini ele geçirdiklerinde New York Times, Taliban’ın “küçük bir grup toprak sahibi ile onların topraksız kiracısı köylüler arasındaki derin çatlaklardan yararlanmak suretiyle bir sınıf isyanı” yarattığını yazmıştı. Eğer Taliban, “köylülerin çektiği acılardan yararlanarak” New York Times’ın deyişiyle “çoğunlukla feodal kalan Pakistan açısından tehlike çanları” çaldırıyorduysa, acaba Pakistan ve ABD’deki liberal demokratların da aynı şekilde bu acilardan “yararlanarak” topraksız köylülere yardım etmeye çalışmasına kim engel oluyordu? Pakistan’daki feodal güçler liberal demokrasinin doğal müttefikleri miydi yoksa?

Çıkarılması kaçınılmaz olan sonuç şu ki, Müslüman ülkelerde radikal İslamcılığın yükselişi madalyonun bi yüzüyse diğer yüzü de laik solun yokoluşudur. Afganistan dünyanın en İslami köktenci ülkesi olarak tanımlanırken, bundan 40 yıl önce bu ülkede, Sovyetler Birliği’nden bağımsız olarak iktidarı ele geçirmiş güçlü bir komünist partinin de içinde bulunduğu kuvvetli bir laik gelenek olduğunu hatırlayan kalmış mıdır? Nereye gitti bu laik gelenek?

Ve Tunus ile Mısır (ve Yemen ve belki de hatta inşallah Suudi Arabistan’da) süregiden olayları bu arka planı gözönüne alarak okumak çok önemli. Eğer durum bir süre sonra istikrar kazanır ve eski rejim bir takim kozmetik liberal operasyonlarla ayakta kalırsa, bu başaçıkılması zor bir köktenci tepki dalgası yaratacaktır. Bu hareketten geriye temel bir liberal miras kalabilmesi için liberallerin radikal solun kardeş yardımına ihtiyacı var. Mısır’a dönersek bu konudaki en utanç verici ve çok tehlikeli bir fırsatçılık sergileyen tepki Tony Blair’in CNN’de aktarılan sözleriydi: “değişim gereklidir ama bu istikrarlı bir değişim olmalıdır” dedi.

Mısır’da bugün istikrarlı değişim yalnızca Mübarek güçleriyle yönetici çemberi hafifçe genişletmek üzere bir uzlaşma anlamına gelebilir. İşte bu yüzden şu anda Mısır’da barışçı değişimden söz etmek ayıptır: Mübarek bizzat muhalefeti ezme yoluna giderek bunu imkansız hale getirmiştir. Mübarek orduyu göstericilerin üzerine gönderdikten sonra seçenekler netleşti: Ya herşeyin aynı kalabilmesi için bir şeyin değiştirildiği kozmetik bir değişim, ya da gerçek bir kopuş.

İşte gerçeklerin anlaşılacağı an: Bundan on yıl önce Cezayir’de olduğu gibi serbest seçimlere izin verilmesinin iktidarı Müslüman köktencilere teslim etmek anlamına geleceği öne sürülemez. Bir başka liberal kaygı ise Mübarek giderse yerini alabilecek örgütlü bir siyasi gücün bulunmaması. Tabii ki yok. Mübarek bütün muhalefeti marjinalleştirmeyi başardı, öyle ki sonuç Agatha Christie’nin meşhur On Küçük Zenci romanındaki gibi sonunda geriye hiç kimsenin kalmaması oldu. Mübarek’den yana kullanılan, ya o ya da kaos olur tezi aslında tam da onun aleyhine bir tezdir.

Batılı liberallerin iki yüzlülüğü nefes kesice: Açıkça demokrasiyi savundular, ve şimdi halk din adına değil, laik bir özgürlük ve adalet talebiyle tiranlara karşı ayaklandığında, büyük bir kaygıya düştüler. Neden dertleniyorsunuz? Neden özgürlüğe bir şans verilmesine sevinmiyorsunuz? Mao Zedong’un eski bir sözü bugün her zamankinden daha fazla yerine oturuyor: “Göğün altında büyük bir kaos var-şahane bir durum.”

Mübarek nereye gidecek o zaman? Bunun cevabı da gayet net. Lahey’e. Eğer Lahey’e gitmeyi hakeden bir lider varsa o da Mübarek’tir

ahmet çanta