26 Temmuz 2013 Cuma

suç ve ceza

Suç ve ceza üzerine dostayevski o görkemli eserinde neyi anlatmaya çalışmıştır ki!

Toplumsallık eğilimi (içtimailik meyli), insanın yaşama zorunluğunun sonucudur. Toplum nasıl insan içinse, insan da öylece toplum içindir. Toplumunsa birtakım gerekleri vardır, işte bu gerekler, insanı töreye ve dine zorlar. Hayvan toplumlarında örneğin bir arının, toplumunu unutarak sadece kendi isteklerinin peşinden gitmeye başladığını düşünelim. Bilinçsiz içgüdüsü bu haylaz arıyı toplum yükümüne (mükellefiyetine) çağıracaktır. Çünkü, arılar yükümlü olmazlarsa kovan yaşayamaz. İnsan toplumlarında da bu yüküm insanı ödevine iter. Toplumsallık, insan varlığının en büyük parçasıdır. Suçunu sadece kendisi bilen, cezadan yakayı kurtaran bir katilin çektiği vicdan acısı; insanın kendi varlığına, kendi benliğine dönmek isteyişidir. Suçunu açıklarsa vicdan acısından kurtulacaktır, çünkü ödevini yerine getirmiş, benliğinin büyük parçası olan topluma dönmüştür. Toplum alışkanlığından doğan, içgüdülerin zorladığı bu ödevseverlik, insanı töreye ve dine götürür. Bu ödevseverlik, törenin ve dinin birinci kaynağıdır. Bu ödevseverlik iyice deşilirse, insanların korunma içgüdüsüne dayandığı görülür. İnsan, açıkçası, bu görevseverliğiyle kendisini korumakta, yaşama zorunluğuna uymaktadır. Bu kaynak, kişinin, iradesini iten bir kaynaktır. Bu kaynaktan gelen din ve töre, insanı koruyan bir din ve töredir.

ahmet çanta

21 Temmuz 2013 Pazar

Bu gece en hüzünlü siirleri yazabilirim
















Söyle diyebilirim : 'Gece yildizlardaydi 
Ve yildizlar, maviydi, uzaklarda üsürler'

Gökte gece yelinin söyledigi  sarkilar
Bu gece en hüzünlü siirleri yazabilirim

Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler
 Bu gece gibi miydi kucagima aldigim

Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler
Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim

Sevmeden durulmayan iri, durgun bakisli gözler
Bu gece en hüzünlü siirleri yazabilirim

Duymak yitirdigimi, ah daha neler neler
Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi

Çimenlere düsen çiy yazdigim bu dizeler
Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çikar
Ve o benimle degil, yildizlidir geceler

Yürek zor katlaniyor onu yitirmelere 
Bakislar sanki onu bana getirecekler

Böyle gecelerdeydi agaçlar beyaz olur
Artik ne ben öyleyim ne de eski geceler

Sesim ara rüzgari ona ulasmak için
Simdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler

Simdi kimbilir kimin benim oldugu gibi
Sesi, aydinlik teni, sonsuz uzayan gözler

Sevmiyorum dogrudur, yürek bu hala sever
Sevmek kisa sürdüyse unutmak uzun sürer

Bu gece gibi miydi kollarima almistim
Yüregimde bir burgu ah onu yitirmeler

Budur bana verdigi acilarin en sonu
Sondur bu onun için yazacagim dizeler

Pablo Neruda

ahmet çanta



















Düşünce insanların ve kaderin gözünden,
Aforozlular gibi, yapayalnız ağlarım;
İrkilir sağır gökler çığlıklarım yüzünden,
Bahtıma lanet okur; yüreğimi dağlarım;
Talihi yaver giden herkese gıpta eder,
Şu denli güzel olsam, dostlarım olsa derim;
Şunda sanata, bunda dehaya içim gider,
Oysa solda sıfırdır yapmak istediklerim;
Kendimden iğrenirken aklım sana doğrulup
Gönlüm kara dünyayı gerilerde bırakır,
Gün doğarken yükselen bir tarla kuşu olup
Cennet kapılarında kutsal ezğiler şakır;
Öyle bir sevğidir ki sevğini anmak bile,
Sultanlarla yer değiş deseler de nafile

William Shakespeare
ahmet çanta

19 Temmuz 2013 Cuma

Varoluş üzerine bir etüt ahmet çanta


 Varoluş bize özümüzün kendisini kazanmamız için verilmiştir. Varoluşun önceden
ileri sürülmüş bir özü var etmek için değil, onu , kendi seçimimizi belirlemek ve onunla birlikte olmak için müsade edildiği vakit bir anlamı olabilir. Biz, özü varoluşun olabilirliği diyecek yerde, var oluşu özün olabilirliği sayan varlık içinde kendi ebeddi yerimiz kendi özümüzü sevmek sayesinde tesbit ederiz.

Düşünme eylemini şuurdan asla ayrı bağımsız düşünemeyiz. Ben kimim, „ Ben ben miyim“ sorusunu sorduğumuzda düşünmeye başlamış oluruz. Görsel ve duyusal orğanlarımızla zihinsel dosyalarımıza depoladığımız bilgiler, bir benliğin sayesinde olabilir.
Bir çalı gülünün, yahut akasyanın ve olmadı, iğde çiçeğinin, bayğın kokusu çoğu kere o varlığın kendisini değil bizim kendi düşüncemizde hakimiyeti kuran tutkularımızı hatırlatır.
Yani ılık bir gece esnasında uykusunda uyandığımız bir baykuşun sesi, duyu tellerimizin elemine dokunduğunda hisseder ve çektiğimiz acıların hülyasına dalarak gönlümüzü seyir eyleriz. Diğer bir deyişle kanun taksimlerinde hicaz makamının uzaktan gelen derin bir sesin haz tellerimizi okşadığını duyarız.

Çoğu kez seyrine daldığım kendi hülyalarımda pencerenin dışındaki ağaca bakarak kendimi terketmekte ve birilerinin beni alıp benden götürmekte olduğunu ve kendime dönüş yaptığımda anlıyorum. Benim benden ayrılığımı bana onurla geri sunan, "ben" içindeki başka bir "ben" midir sahi? Bu soruyu sorduğumda ikizim yardımıma koşmakta: „ Sen ağaca bakarken bulutlardasın“ diye , cevap vermekte.
Dünya,bünye,künye ve hülya
Görsel ve duyusal orğanlarımızla zihinlerimizde tutarak harmanlayıp hafızamıza kayıt ettiğimiz sayılarca dosya bulunmaktadır, o dosyaları fakültelerimizde sınıflandırılarak numaralandırılmıştır. İhtiyaç duyduğumuzda çekip çıkarıyoruz şuurumuzla.
Zihinsel fakultelerimizde arşivlediğimiz birçok mirasi ve harisi ailemizin bize öğrettiği, yahut devletin bizi alıklaştırarak işlettiği yanılğılarımızı fark ederiz. Şuurumuzun varlığında şüphecilik, olduğu bilinir çoğu kez , şüphelerimiz, alıklaşmamıza karşı koyan şeytani yanlarımızdır.
Şeytan, sorğulamada ( şeyleri tanımakta) inandığımız ve dosyaladığımız bütün anlamsız bilgiler, karanlığın içinde doğan akılcı dürtü olan Tan’dır. Çoğu kez elimizdeki şekeri kandırarak almaya çalışan bir başka çocuğun kurnazlığına karşı koymamıza benzer bu durum.
Defalarca kendimizden ayrılıp hülyalarımıza daldığımız seyahatlerde geri dönebiliyorsak, buradaki benliğimiz, şuurlu benliktir. Eğer dönüşü yapmadan kendimizden ayrılmışsak benliğimiz yok olmuştur ama duyusunu yitirmiş bir bedenimiz vardir, benimiz yokturdur.
O bedenimizi, kimi seyircilerimiz için, çevremizde gülünç halini aldığını bir başka benler alğılar.
Yani, gerçek durumda dikkatimin dağıldığı ve yatışıtığı andan itibaren benden uzaklaşıp yok olmuşsa karanlıklarda bu da benim ölü benimdir ve canlı bedenimdir ama şuurum yerinde değildir.

Ben, kendisi olan ben değilim, o, kendisi olmayan beslendiği bir deryadır. Bir çok nehirleri yutmuş, yuttuğu nehirlerin dalğalarıyla tepiştigi zihinsel harmandır.
Bunun içindir ki; ben, kendi bedeni dışında ve bedensiz olabilirlikten mahrum bulunan bütün evrenin şuuru dışında başka hiç birşey değildir. Bedenin beni esrarlı bir gölge olayla meydana getirmediği gibi şuurun mümkün olabilmesi için kendimizi alemden ayırd etmemiz ve bu itibarla da sınırlanmış..


Hoşça kal aşkım
kal sağlıcakla
Birlikte yürüdük bunca yolu
birlikte geldik
Hoşça kal aşkım
kal sağlıcakla
Kal güzelliğinle
esenlikle mutluluklarla
Benim durmaya vaktim yok.
yüreğim burkulmadan gitmeliyim.
Hoşcal ciğer parem. hoşcakal
aklına geldikce
 Kadehin yap beni birtanem
 Bir ömür olsun ki
Senin için de  olayım

Yüreğimde karanlığın şavkını yak
Gece aşkın söylesin
beni an ben yoken 
Gün batarken - son ışıklara
Bakar gibi
hoşcakal yüreğmin sızısı
Beni uyandır aşkınla
her an kıyılarıma bir dalga gibi vur
Beni uyandır
sabahın seher yeliyle
hoşcakal aşkım hoşcakal.

ahmet çanta




17 Temmuz 2013 Çarşamba

aşk












Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat
olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve
yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme
yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya
hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı
neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile
karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her
zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi
halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu
yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen
karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması
gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın,
güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın.
“Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur
aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine
engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik
yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o
lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak”
yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu
hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir
eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken
de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin
sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında.
Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de
cabası….
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip
de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın
sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter
ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o
zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler
değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…
  
Nazım hikmet.
ahmet çanta

15 Temmuz 2013 Pazartesi

İşte böyle canlar

Eğrilen belin olsun.. aldırma, yeterki elin eğrilmesin Ahmet! Dil zaten eğridir.. Kimin dili doğruymuş sahi? En adil konularda bile eğrilmeden konuşan dil var mıdır? Önemli olan dilden çıkan sözün doğruluğudur)  


Hani her çicek  dalında güzel durur ve görünür derler.   Her meyve dalında olgunlaşır  dalında tadını alırmış … artık bu saatten sonra  çayı şekersiz içmeye başladım şekerde  tat vermiyor . şekersiz –de  çay içile bilirmiş. Acıyı da çok severdim yemeklerde hep acı  olmasını isterdim. Şimdi artık acılı yemeklerde aramıyorum. tat da tuzda önensiz artık!  Birazcık tuz etkisi yaratmıyorsa Hani yaraya basıp acı verermiyorsa tuzun ne önemi kalır. işte böyle canlarım hayat benim gözümde değer yitirirken başkalarının gözünde değer kazanmaya devam edecektir...

Sevgi, yüce bir erişilmez büyüklük olup, bu erişmezliği kimi kez ben başaracağım dese de insan. Bir türlü bunu yaşayacak donanımlı mükemmeliyetçi bir duygu bağıyla yakalayıp yaşaması neredeyse imkânsızdır. İçinde sevgiyi besleyen insan yüce onurlu bir insandır.

Sevginin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanların var olmasıyla sevgide var olmuştur.
Sevgiyi yüreğinden söküp insanların yaşamına feda edecek birileri çıkıyor kuşkusuz! Bu da bir türlü toplumsallaşmasını beraberinde getirmiyor. Sevgiyi anlamak gerekir. Enine boyuna tartışmak üzerinde durmak gerekir. Sevgiyi en iyi bilen anne olup çocuğuna olan sevgisi, fedakârlı tutumu, Emeği insanlığa eşdeğerdir.

Bu yüceliği, anne gösteriyor diyebiliriz. Fedakârlık boyutu tartışılsa da sevgiye karşı annenin emeği çok büyüktür. Aynı zamanda, Sevgi İnsanı bir eylemdir. Sevgi, salt iki cins arasında duygusallıktan ibaret olmadığını, ama neredeyse genel kavram içinde bunu böyle algılamak dayatıldı, denebilir.

Kadının doğurganlığı insan (erkek) üzerinde etkisi çok büyüktür. Bunla da kalmayıp yaşama bakışı, üretkenliği, pozitif yönelimi ve yaratıcılık yeteneği Kadının (annenin) sevgideki yeri konumunu ortaya koyuyor. tomlumsal yaşamı

Ç O C U K
Umudun yeşili
Güneşin sarısı sende
Ateş kızılısın sen çocuk
Süt aklığı
Bal tatlısı
Gül allığısın sen çocuk
Büyüdün
Göz yaşı
Yürek sızısın sen çocuk
Ana rahminden geldin elimize
Zindanın hücre kuşusun sen çocuk
Kuş gibi uçamadın ama
Salıncağın dar ağacı oldu
Salladın bizide çocuk...

Gül Gün  yazarımızada bu şiiri için teşekkür ederiz

ahmet çanta

13 Temmuz 2013 Cumartesi

William Shakespeare
















Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kızoğlan kız  erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,

Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,                    

Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e,

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,

Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.



ahmet çanta

12 Temmuz 2013 Cuma

Bir Mezar Yazıtı:olsun.



Ne demişler  ahmet... Her yol yürünür ama her yolcuyla  yürünmez!  ah  Yüreğmin sızısı  Bir gülücük getirde gözyaşlarımı sileyim.

Batan ömrün lafları olsun bunlar.. nice intiharlara sebep, Nietzsche yazarlar gördüm, başkalarının boğulmasını can simidi yapmış kendine. Ve nice yalanlar gördüm suskunluğumda bıçak atmış tenime...Bu şehir boğuyor beni artık katlanamıyorum kulak verin söylenen sözlere.


Duvar gibi sağırdır bu şehir,Neron kadar duygusuz.Bazen, bağır bağır bağırıyorum   bre tez elden bana iki Sivaslı bulun, yaksın bu şehri ! Yıkın bu şehri, bir tek canlı kurtulmasın.
Her gece Yıldızlara bakıp onları sayıyorum,yere baksam yürek dayanmıyor… bu şehirde her gün her saat içimden parça parça bir şeyler kopup gidiyor… bu şehir üzerime ateşten bir gömlek gibi geliyor, damla damla beni eritiyor..
Ve bu şehir ne bunları görüyor,ne duyuyor nede bir tek söz söylüyor…
 Yaşadığım bu şehir,dertsiz , gamsız, sevilecek bir şehirdir belki de. Ayrılıklar taşıyan şu istasyon, beni benden alıp götüren şu sokak çalgıcıları gibi ve bendeki bu Mülteci duygular olmazsa… yaşadığım’(!) bu şehir…

……
Ey şehir !nedir bu çektiğim senden ? Kaç kez bedenimi ve ruhumu koparıp aldın benden ey şehir.. bıktım senin bu aldatıcı güzelliğinden…
Yüz binlerce ağzın vardı,bana tek kelime etmedin. Binlerce gözün vardı,bir tanesi bile beni görmedi ey şehir.. Kader bildirimi sende yazmayacağım, artık yalvarsan da buralarda kalmayacağım… günahlarını istersen bir türküye çevir ama, inan çalmayacağım…


Genç ve özgür  iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.
Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım.
Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak, sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim.
Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim.
Ama maalesef bunu da kabul ettiremedim.
Şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim.
Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla memleketimi daha ileri götürebilirdim. Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim.
Sen Değişirsen Dünya Değişir…

ahmet çanta


10 Temmuz 2013 Çarşamba

ESKİ BİR MEZAR YAZITI











Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çaliş. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun, bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol. Telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver.
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen. Hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki insanların Yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsalın tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir. Aşka burun kıvırma sakın. O çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en büyük miras dürüstlüktür. Yılların geçmesine öfkelenme. Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara-sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları. Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, şefkatli, bağışlayıcı ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki bütün pisliğine rağmen dünya, insanoğlunun biricik güzel mekanıdır.
Xsentius, M.Ö. IX. yy.

ahmet çanta

9 Temmuz 2013 Salı

En güzel paylaşım acı çeken birinin acılarına ortak olmaktır.


Sis'li bir aşktı, Tutku
Tutku'yla
Söyleyemediğin her kelime intihardı dudaklarında
Bakireydi İtiraf_sızlığın.

Huzur'du Uyku
Uyku'suzlukla
Sustukların yaşlanmışlıktı
Yaş'ın henüz...


Yorgun'du varlığın
Varlığın'la
Yıktın_!!

Sus'pusluğun, Giz'di
Giz'lediklerinle en kolay çözümlenirliğindeydin
Çözümsüzlüğünse..
Gizleyemediklerin_!!!

ahmet  çanta